İbadet, “Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine
getirmek, Allah’ın emirlerine boyun eğmek” demektir.
İlâhî Ferman olan
Kur’anda şöyle buyrulur: “Ey insanlar, sizi ve
sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine nâil
olasınız.” (Bakara Sûresi, 21)
İnsan, ibadeti niçin yapar ve bu ibadet ona ne
kazandırır? Bu iki Sorunun cevabı bu âyette şöyle veriliyor: “Sizi ve sizden
öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz."
Âyetteki, ‘sizi ve sizden öncekileri yaratan’ ibaresi
Rabbin sıfatıdır. Bu sıfatı bir an için düşünmediğimizde, âyet-i kerime,
“Rabbinize ibadet ediniz.” şeklinde karşımıza çıkar. Demek ki ibadetin sebebi,
Rabbimizin bizi terbiye etmiş olmasıdır. Rabbe, ibadet edilir.
Bu kutsi vazifeyi idrak
edebilelim diye Allah, vicdanımıza bazı işaretler koymuş. Babamıza itaat etmeyi
vicdanî bir görev sayıyoruz. Niçin? Babamız olduğu için. Annemize isyandan
sakınıyoruz. Niçin? Annemiz olduğu için.
İşte âyet-i kerime bizim vicdanımıza hitap ediyor ve
“Rabbinize ibadet edin.” diye emrediyor. Çünkü
sizi O terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı beyaz kan hâline O getirmiş,
sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim duvarına O yapıştırmış ve oradaki dokuz
aylık terbiyenizi safha safha hep O icra etmiştir. Şimdi ise bir başka
rahimdesiniz: Kâinat... Burada da sizi terbiye eden, besleyen, büyüten, yedirip
içiren ancak Odur.
Allah’ın bir ismi “Rab”dir ve her şeyi O terbiye
etmiştir. İnsan ise abddir, kuldur; her şeyiyle Allah’ın terbiyesinden
geçmiştir. Aklımızı anlamaya, kalbimizi sevmeye, hafızamı ezberlemeye, elimizi
tutmaya, ayaklarımızı yürümeye, ciğerimizi solunuma, midemizi sindirime,
aklımızı anlamaya elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır. Öyle ise biz
Rabbimizin bu rakamlara sığmaz terbiye tecellilerine karşı edebimizi takınmak
mecburiyetindeyiz.
Nefsimize takılan ve etrafımızı çepeçevre kuşatan bu
kadar ihsana karşı Ona gereği gibi şükredememenin mahcubiyetini ruhumuzun tâ
derinliklerinde hissederek seve seve ibadet etmeliyiz. .
İşte Rabbine karşı şükür
borcunu böylesine hisseden, idrak eden insan Kur’an’ın “Sizi ve sizden
öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin.”, “Namazı ikame edin.”, “Ramazan
ayında oruç tutun.” gibi emirlerini dinleyince aradığını bulmanın huzuruna erer.
İbadet için, “Abd ile mâbud arasında en yüksek ve lâtif nispet
ancak ibadettir.” (İşârât-ül İ’caz) buyruluyor. Yâni, insan ibadet
sayesinde, “Ben Allah’ın kuluyum, Onun mahlûkuyum, bu dünyada Onun misafiriyim
ve öldükten sonra da, inşallah, Onun saadet yurdu olan Cennete gideceğim.”
diyebiliyor. Bu ise insan ruhu için en büyük bir zevk kaynağıdır.
Günlük hayatında bütün
işlerini kul olmanın şuuruyla hep helâl dairesinde geçiren insan, belli
vakitlerde Rabbinin huzurunda el bağlıyor. Ona, yine Onun emrettiği biçimde
ibadetini takdim ediyor.
Âcizliğini, fakirliğini ve zilletini tam hisseden bir
insanın kalbi Rabbine karşı derin bir mahcubiyetle dolar. Bu iç burukluğuna
“inkisar” deniliyor. Ve İmam-ı Rabbani Hazretleri “İbadet, tezellül ve
inkisardan ibarettir.” buyurarak bu hâli ibadetin temeli, esası sayıyor.
“Niçin ibadet ediyoruz?”
sorusu, beraberinde iki soruyu birlikte getiriyor. Daha doğrusu, bu sorunun
içinde iki ayrı soru saklı:
– İbadet etmemizin sebebi, illeti nedir?
– İbadet etmemizin hikmeti, faydası nedir?
Bazıları bu soruyu
sadece ikinci mânâyı kastederek sorarlar. Birinci ve en önemli noktayı
unuturlar. Bunun neticesi olarak hikmet sahasında kendilerince birtakım faydalar
sıralar ve bu faydaların başka yollarla da elde edilebileceğini ileri sürerek,
ibadeti reddedici bir tavra girerler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder